ZİRAAT MÜHENDİSLİĞİ 8. TEKNİK KONGRESİ SONUÇ BİLDİRGESİ
ZMO - ZİRAAT MÜHENDİSLİĞİ 8. TEKNİK KONGRESİ DEĞERLENDİRME – SONUÇ BİLDİRGESİ
Ziraat Mühendisleri Odası – Ziraat Mühendisliği 8. Teknik Kongresi 12-16 Ocak 2015 tarihleri arasında Ankara`da geniş bir paydaş katılımı ile gerçekleşmiştir.
Beş gün süren Kongreyi 670`i kayıtlı olmak üzere toplamda 1.100`den fazla katılımcı takip etmiştir. Kongrenin ilk gün açılışında CHP Genel Başkanı Sn. Kemal KILIÇDAROĞLU, DSP Genel Başkanı Sn. Masum TÜRKER, GTHB Müsteşarı Sn. Vedat MİRMAHMUTOĞULLARI, CHP ve MHP Sn. Milletvekilleri, TMMOB Başkanı Sn. Mehmet SOĞANCI, GTHB üst düzey bürokratları, Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Dekanı Sn. Prof. Dr. Ahmet ÇOLAK, ZMO önceki dönem Sn.Başkanları yer almışlardır. Açılış töreninde ZMO geleneksel ödül töreni yapılmış ve ödüller konuklar tarafından takdim edilmiştir.
Kongreye kamu ve kamu dışı kurum/kuruluşlardan sektör temsilcileri, akademisyenler, Ziraat Mühendisleri, Su Ürünleri Mühendisleri, Balıkçılık Teknolojisi Mühendisleri, Tütün Teknolojisi Mühendisleri, öğrencilerden katılım olmuş ve sektöre-konulara ilgi duyan yurttaşlarımız da yoğun ilgi göstermişlerdir.
Kongre`de; tarımın yapısal sorunları; tarımda doğal kaynaklar ve çevre; bitkisel üretim; hayvansal üretim; tarımda girdi kullanımı; gıda güvenliği ve tüketici hakları; kırsal kalkınma, üretici örgütlemesi ve iş gücü; tarımsal eğitim, araştırma, danışmanlık ve yayım hizmetleri; tarımda pazarlama, finansman ve risk yönetimi vd. konularda Bilim Kurulunca belirlenen ana başlıklar altında yer alan toplam 73 bildiri sunulmuş olup, bunların hepsi bildiri kitabında yer almıştır. Bu bildiriler 400`ü aşkın bilim insanı, uzman, araştırıcılar tarafından hazırlanmıştır, iki ciltten oluşan bildiriler kitabı 1527 sayfayı bulmuştur.
Kongreye 21 Ziraat Fakültesinden, 3 Su Ürünleri Fakültesi-Deniz Bilimleri Fakültesinden, 8 farklı disiplinlerdeki fakültelerden, 8 Bakanlıktan ve farklı birimlerden, 17 STK`ndan ve diğer farklı birçok kesimlerden katılım olmuştur.
Kongrede ele alınan, tartışılan ve üzerinde ağırlıkla durulan konular şu biçimde ortaya çıkmıştır;
Türkiye`nin tarımda söz sahibi olması ve rekabet edebilir düzeye erişebilmesi amacıyla; tarımın devam edegelen yapısal sorunlarının çözülmesi, tarımsal üretim ve ticaret politikalarının güçlendirilmesi, kırsal kalkınma politikalarının tarım politikaları ile entegre edilmesi, üretici eğitim ve refah düzeyinin yükseltilmesi, tarımsal desteklemelerin amacına uygun olarak sürdürülmesi ve etkilerinin değerlendirilmesi, üretici örgütlenmesi sorunlarının çözülmesi, tarım işçilerinin sosyal güvenlik ve iş yasası kapsamlı sorunlarının giderilmesi, gıda güvenliğinin sağlanması, tarımsal danışmanlık sisteminin etkin kullanılması önem taşımaktadır.
Tarım sektörünün sürdürülebilir rekabet gücü ve küçük üreticilerin yaşayabilmesi; tarım sektöründe yapısal sorunların çözülmesi sayesinde elde edilecek kazanımlar, üretim girdilerinin fiyatlarını azaltma ve katma değeri yüksek üretim ile telafi edilebilir.
Kırsal kesimde kalkınma potansiyelinin açığa çıkarılmasına yönelik genç çiftçiliğin ve kadın girişimciliğinin teşvik edilmesi gibi politikalar uygulamaya konulmalıdır.
İklim değişikliği çağımızın en tehlikeli çevre sorunlarından birisi olup, ekonomi içindeki tüm sektörleri etkilemektedir. Tarım sektörü, doğaya bağlı yapısı gereği iklim değişikliğinden en çok etkilenecek sektördür. İklim değişiklikleri ile birlikte ortaya çıkan belirsizliklerden özellikle geçimlik veya orta ölçekli tarım işletmeleri etkilenmektedir. Bu nedenle iklim değişikliğine karşı daha rasyonel önlemlerin ve politika araçlarının geliştirilmesi önem taşımaktadır. İklim değişikliklerinden zarar gören ve hiçbir güvencesi olmayan küçük işletmeler tarımdan kopmaktadır.
İklim değişikliği ile ilgili olarak ülkemizde tarımdan kaynaklanan sera gazı bütçemizi hesaplarken dış ülkelerde geliştirilmiş, yapılmış araştırmalara dayanan yaklaşımlar yerine; kendi ülkemize, bitkilerimize, hayvanlarımıza, toprağımıza göre en kısa zamanda gerekli katsayıların belirlenmesine yönelik araştırmalar, uluslararası kabul gören yöntem ve ileri teknolojiler ile yapılmalıdır.
Türkiye`nin içinde bulunduğu coğrafi konum, iklim, topografya ve toprak şartları ülkemizin kuraklığa karşı kırılganlığını artırmaktadır. Hükümetler arası İklim Değişikliği Panelinin ( IPCC) 2014 Nisan ayında yayınlanan son dönem raporunda; kurak ve yarı kurak alanlarda sıcaklıklarda ve yağış karakteristiklerinde ülkelerin sektörlerini önemli derecede etkileyecek değişimlerin olma ihtimalleri açıkça belirtilmiştir. Türkiye` de su kaynaklarının en önemli kullanıcılarından biri olan tarım sektörü de özellikle bitki gelişme dönemlerinde toprakta yeterli miktarda suyun olmaması olarak tanımlanan tarımsal kuraklığı son dönemlerde sık ve şiddetli olarak yaşamaktadır.
Küresel ısınmanın, kültür çeşitleri, yerel çeşitler, yabani akrabalar ve yabani türlerden oluşan gen kaynaklarının canlı kalmaları üzerine doğrudan ya da hastalık ve zararlılar aracılığı ile dolaylı olarak baskı yapması kaçınılmazdır. Hem tarımda kullanılan çeşitlerin geliştirilmesinde hem de doğrudan kullanılmasında yararlanılacak önemli özellikleri taşıyan yok olma tehlikesi altındaki bu türlerin, iklim değişikliğinden kaynaklanan çevresel baskılarla mücadele edebilmeleri için, gerekli tüm doğal, yapay ve yasal önlemlerin alınması büyük önem taşımaktadır.
Türkiye`de tarım yapılan ve yapılmayan alanların önemli bir kısmı tuzluluk etkisinde kalmaktadır. tarımsal sulama alanları her yıl artan Türkiye`de arazi tuzlulaşması nedeniyle oluşan tarımsal kaybın belirlenebilmesi için tuzdan etkilenen alanların düzey ve yayılım alanlarının ulusal tarım politikası ve ekonomisi için yüksek duyarlılıkla saptanması gerekmektedir.
Cumhuriyetin ilk yıllarından beri sürdürülen kalkınma çabalarına paralel olarak, özellikle 1950‘lerden itibaren hızlı sanayileşme; sanayileşmeye bağlı hızlı nüfus artışının doğal sonucu meydana gelen şehirleşme en önemli doğal kaynaklardan birisi olan ve yok edildiğinde tekrar kazanılamayan verimli tarım arazilerinin, ova topraklarının amaç dışı kullanılarak yok olmasına neden olmuştur.
1949 yılında kişi başına düşen tarım alanı 7,5 dekar iken nüfus artışı ve özellikle 1980`lerden sonra artan amaç dışı kullanımlar nedeniyle kişi başına düşen tarım alanı miktarı %117 oranında azalarak 3,1 dekara gerilemiştir. Bunlara ek olarak uygulanan yanlış ve dış kaynaklı tarım politikaları nedeniyle de özellikle 2000`li yıllardan sonra işlenen tarım alanlarında da 2,6 milyon hektar azalış yaşanmıştır.
Tarım arazilerinin amacı dışında kullanılmasındaki en önemli etkenin Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğünün kapatılmış olması nedeniyle 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanununun ve tarım arazileri ile verimli ova topraklarının sahipsiz kalmış olması; Kanunun ve uygulama yönetmeliğinin yetki ve uygulama sorumluğunun teknik bilgi, deneyim ve altyapıdan yoksun, Siyasi kararlara açık Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığına dolayısı ile İl Müdürlüklerine verilmiş olmasından kaynakladığını göstermiştir. Söz konusu anlayış ve altyapı ile oluşturulan toprak koruma kurulları Kanunla kendilerine verilen görev ve sorumluluğun çok gerisinde siyasi talepler ve yerel beklentiler uyarınca Tarım arazilerinin korunmasından çok amaç dışı kullanılmalarını kanuna uygun olarak sağlayan destekleyen bir yapıya dönüşmüştür. Öncelikle bu yapı değiştirilmelidir.
Türkiye`de her alanda olduğu gibi tarımda da yasaların varlığından çok uygulanmaması, çiğnenmesi, rant uğruna göz ardı edilmesi tarım toprakları ve diğer kaynaklar ile tarımsal üretim ve kırsal alanlar üzerinde giderek artan şiddette tehdit oluşturmaktadır.
Türkiye`de arazi parçalılığı ve işletmelerin küçük ölçekli ve çok parçalı olması yapısal bir sorun olarak ortada durmaktadır. Arazi toplulaştırması kaynakların etkin kullanımı ve verimlilik açısından önem taşımaktadır. Bugüne kadar yaklaşık 4 milyon ha alanda arazi toplulaştırması tamamlanmıştır. Arazi toplulaştırması tarımsal yapının iyileştirilmesi ve verimliliği artırıcı tedbirlerin alınmasında hayati rol oynamaktadır. Ancak kırsalın kalkındırılmasında sadece küçük, parçalı ve dağınık parsellerin toplulaştırılması ve işletme ölçeğinin büyütülmesi yeterli değildir. Bu çalışmaların eğitim, sağlık, içme suyu ve kanalizasyon gibi sosyal altyapı projeleri ve entegre kırsal kalkınma projeleri desteklenmesi gerekmektedir.
Ülkemizdeki tarım arazilerinin miras ve satış yolu ile bölünmesini önlemek ve mevcut hisseli arazilerdeki sorunları gidermek amacı ile hazırlanan Kanun Tasarısı 30.4.2014 tarihinde TBMM Genel Kurulunda kabul edilmiş ve 15.05.2014 tarih ve 29001 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Kanun ülkemiz açısından önemli olup, kanundan kaynaklanabilecek olumsuzlukların azaltılması, ekonomik gücü olmayan işletmelerin devamlılığını sağlaması ve toprakların belirle ellerde toplanmamasına yönelik önlemlerim alınması önemlidir.
Ülkemizde su yönetimi ile ilgili sorunlar arasında sulama sistemlerinde yüksek kayıp ve kaçaklar, bilinçsiz ve aşırı su kullanımı, su ve toprak kaynaklarının kirlenmesi, bilgi, ölçüm, gözlem eksikliği, aşırı ilaç ve gübre kullanımı, yeraltı sularının bilinçsiz kullanılması ve aşırı seviye düşmeleri, içme suyu şebekelerinde kayıp kaçakların yüksek olması sayılabilir. Su kaynakları sınırlıdır ve özellikle kurak ve yarı-kurak bölgelerde yenilerini oluşturmak için çok fazla seçenek yoktur. Bu nedenle, suya erişimi artırmanın tek yolu geride kalan kaynaklarımızı geliştirmektir. Su kıtlığı sorununu aşmanın yollarından biri su ihtiyacının yönetimidir. Daha etkin bir biçimde su kaynaklarını kullanmak ve yönetmek için halkın, hükümet politikalarının, özel sektör ve belediyelerin perspektif ve davranış kalıplarını değiştirmesi de gerekmektedir.
Önemli gen merkezlerinden biri olan Anadolu yeryüzü şekilleri ve iklim olarak da geniş bir çeşitliliğe sahip olmasının yanı sıra; sığır, koyun, keçi ve domuz türlerinin evcilleştirildiği alanların büyük bölümünü bünyesinde bulundurmaktadır. Anadolu; belirtilen bu hususların etkisiyle ve bu coğrafyada çeşitli dönemlerde hüküm sürmüş olan çok sayıda uygarlığın mirası genetik birikim nedeniyle geniş bir çiftlik hayvanları genetik çeşitliliğine sahip olmuştur. Türkiye hayvan genetik kaynaklarında önemli kayıplara neden olacak bir potansiyeli de bünyesinde taşımaktadır. Sahip oldukları bilinen ve günümüzde tespit edilmemiş özgün niteliklerinin korunması yerli ırkların elde tutulması ile mümkündür. Bu nedenle genetik kaynakların yok olmasına göz yumulamaz.
Türkiye‘de sığırcılık sektörü sadece tarımsal üretimden sağlanan gelirin ve hayvansal üretimden sağlanan proteinin önemli bir kısmını üretmekle kalmayacak istihdama katkısını da sürdürecektir. Yalnız sektörün istihdama katkısı büyük işletme sayısı arttıkça azalacaktır. Bu gerçeğin de farkında olunarak aile işletmelerini koruyup geliştirecek politikalara her dönemde öncelik verilmelidir. Türkiye‘de sığırcılık sektörünü tehdit eden birçok unsur vardır. Bunlardan ilk akla gelenler plansız yatırımlar, hastalıklar, kaçakçılık ve ithalattır. Ne yazık ki yıllardır bu alanlardaki sorunlar çözülememiş, hatta bir kısmının olumsuz etkisi iyice artmıştır.
Son yıllarda, küçükbaş hayvan yetiştiricisinin desteklemelerden yararlanmasına ve örgütlenmesine yönelik adımlar atılmış olsa da işletmelerin küçük ve dağınık yapısı, sermaye yetersizliği, pazarlama zincirindeki çarpıklıklar, mera alanlarının ve kalitesinin giderek azalması, kaçak hayvan girişleri, yaygın hastalıklar, kırsaldan göç, yetiştiricinin üretim kültüründeki eksiklikler, ürün ve maliyetlerdeki dalgalanmalar gibi faktörler olumsuz etkilerini sürdürmektedir.
Kanatlı hayvan yetiştiriciliği hızlı ve kararlı bir büyüme göstermektedir. Kanatlı sektörü, son 20 yıldaki değişim ve gelişim süreci sonrasında gerek beyaz et, gerekse yumurta üretimi ile dünya sıralamasında ilk on içinde yer alma başarısını göstermiştir. Bu gelişime karşın sektör çok sayıda sorunu barındırmaktadır. Bunların başlıcaları; Genetik materyal ve yem hammadde temininde dış alım zorunluluğu, Kanatlı beslemede kullanılan yem hammaddelerinin insan gıdası olarak da kullanılması, Yem hammaddelerinin büyük oranda GDO içeren ürünler olması, Hayvan refahına ilişkin kaygılar, Sürdürülebilirlik ve çevresel etkilerdir. Bu sorunların çözülmesi ile kanatlı hayvan yetiştiriciliği sektörü daha da güçlenecektir.
Türkiye`de şimdiye değin izlenen genetik ıslah programlarıyla damızlık gereksinmesi yeterli düzeyde karşılanamamaktadır. Konuya salt teknik yetersizlik açısından bakmak yanıltıcıdır. Böyle yaklaşıldığı için de çözüm önerileri istenildiği şekilde başarıya ulaşamamıştır. Çözüm, Tarımsal Araştırma Alanı içinde irdelenmelidir. Bunun için genetik ıslah stratejileri Türkiye`nin gereksinmelerine uygun bir şekilde planlanmalıdır.
Üç tarafı denizlerle çevrili ülkemiz aynı zamanda zengin bir içsu potansiyeline de sahiptir. Avlanabilir stok büyüklüğüne ulaşıldığından, üretimin avcılık yoluyla artırılma imkânı bulunmamaktadır. 80`li yılların ortalarından itibaren gelişmeye başlayan su ürünleri yetiştiricilik sektörünün üretim içindeki payı % 30`lar seviyesine ulaşmıştır. Önümüzdeki yıllarda gelişimini sürdürmesi beklenmektedir. Bu gelişmelere karşın idari yapılanma, yönetim kapasitesi, kaynak ve filo yönetimi, denetim ve kontrol, uluslararası anlaşmalara uyum gibi konularda çok önemli eksiklikler bulunmaktadır. Yasal uyum, yapısal düzenlemeler, Pazar politikası ve fiyat oluşumu, devlet desteklerinin düzenlenmesi konularında daha çok çaba sarf edilmelidir.
Tarımsal veri sistemlerinde, özellikle moleküler genetik alanında yapılan çalışmaların katkısıyla, son yıllarda büyük ilerlemeler sağlanmıştır. Sürdürülebilir ve dengeli bir tarım için moleküler ve moleküler olmayan veri potansiyelinin yanı sıra, çevresel ve politik etmenler gibi farklı bilgi kaynakları bir arada değerlendirilerek analiz edilmesi gerekmektedir.
Günümüzdeki hızlı teknolojik gelişmeler tarım işletmeciliğini yeni bir seviyeye taşımıştır. Özellikle bilgi ve iletişim teknolojilerindeki gelişmeler tarımı ve tarım teknolojilerini de etkilemiş ve daha akıllı tarım ve makine sistemlerini ortaya çıkarmıştır. Hassas teknolojiler bilim ve teknolojiyi en iyi şekilde harmanlayarak, maliyetlerin düşürülmesi ve üretim verimliliğinin arttırılmasına yardımcı olmaktadır. Gelecekte daha fazla tarımsal üretime ihtiyacımız olacaktır. Bu ihtiyacın karşılanması, birim alandan elde edilecek verimin arttırılması ile mümkün olacaktır. Dünya`da 1990`ların başından itibaren, bilgi teknolojilerinin gelişimiyle, insana, bitkiye, hayvana ve çevreye duyarlı, üretimde kalite ve verimlilik faktörlerini ön planda tutan bir değişim süreci geçirilmektedir. Bu değişime ayak uydurmak ancak Hassas tarım teknolojilerini kendi çiftçilerimizin kullanımına sunmalıyız. Yapılacak tarımsal desteklerde artık geleneksel makinalara değil özellikle teknolojik akıllı makinalara bu destekleri yönlendirmeliyiz.
Ülkemiz tahıllar için son derece uygun koşullara ve olanaklara sahip olmasına karşın, üretim yönünden günümüzde arzu edilen düzeye ulaşamamıştır. Artan nüfusumuzun gereksinimlerinin tam olarak karşılanabilmesi için tahıl üretiminin artırılması bir zorunluluktur. Bunun gerçekleşebilmesi için; tarımsal yapının iyileştirilmesi, uygun yetiştirme tekniği uygulamalarının yaygınlaştırılması, sulama olanaklarının artırılması, çeşit ve tohumluk sorunlarının çözülmesi, ürün-girdi fiyatları dengesizliğinin giderilmesi gerekmektedir.
Beslenmede bitkisel proteinin ana kaynağını oluşturan yemeklik baklagiller, dünya ve ülkemiz için çok önemlidirler. Toplamda tarla bitkileri yetiştiriciliğinde ekim alanı ve üretim bakımından tahıllardan sonra gelen tane ürünüdürler. Dünyada 58 milyon tonun üzerinde bir üretim ve 38.2 milyar dolarlık piyasa değerine sahiptirler. Bu nedenledir ki dünyada ekim alanı ve üretimi artmaktadır. Ülkemizde ise ekim alanlarının azalmasına bağlı olarak üretim giderek düşmektedir. Türkiye bu bitkilerin gen merkezidir ve ülkemizin iklim koşulları bu bitkilerin tarımı için uygundur. Yemeklik baklagillerin yetiştiriciliğindeki en önemli sorun hasat-harmanda yeterli mekanizasyonun kullanılamamasıdır.
Ülkemizde yağlı tohumlu bitkilerin üretiminin arttırılması zorunluluk haline gelmiştir. Yağlı tohumlu bitkilerin üretimini artırmak için uygulanabilecek başlıca stratejiler ekim alanlarının arttırılması, birim alan verimlerinin arttırılması ve tohumlardaki yağ oranlarının arttırılması olarak görülmektedir. Bununla birlikte, verim ve yağ oranı ne kadar artarsa artsın, mevcut ekim alanları ile ülkemizin ihtiyacı olan bitkisel yağ üretim hedeflerine ulaşılması mümkün değildir. Ülkemizin yağlı tohumlu bitkilerdeki temel stratejisi ithalatı mümkün olduğunca azaltarak gereksinim duyulan yağlı tohumu üretmek ve kendine yeter bir duruma gelmektir. Bu amaçla, yağlı tohumlu bitkilerin ekim alanını artırmada potansiyel alanların belirlenerek bu alanlarda yağlı tohumlu bitkilerin yaygınlaştırılması için uygulanan destek ve teşviklerin arttırılması, verimin arttırılması, yeni bitki tür ve çeşitlerinin ıslahı, üretilmesi ve yaygınlaştırılması, alternatif yağlı tohumlu bitkilerde eğitim-yayım ve pazarlama sorunlarının çözümü önemli görülmektedir.
Ülkemizde sürdürülebilir şeker pancarı ve şeker üretimi için şeker pancarı ve şeker üretim maliyetinin azaltılması, yüksek verim potansiyeline sahip şeker pancarı çeşitlerin kullanımı, uygun çevre ve yetişme koşullarının sağlanması, personel, yönetim kalitesinin iyileştirilmesi, üretici ile şeker pancarı endüstrisi arasında entegrasyon ve karşılıklı işbirliğinin sağlanması, ve Ar-Ge çalışmalarının artırılması gerekmektedir. Türkiye şeker konusunda kendi ulusal kaynaklarına ve üretimine öncelik verilmeli ve uluslararası NBŞ tekellerinin pazarı olmamalıdır.
Şekerpancarı ve tütün ekim alanlarının azalması özellikle küçük aile çiftçilerine büyük zararlar vermiş ve yüzbinlerce çiftçiyi tarımdan koparmıştır. 4733 sayılı Yasanın yürürlüğe girdiği 2002 yılından itibaren Türkiye`de tütün üretimi sürekli azalma eğilimine girmiş, 2012 yılı itibariyle 2002 yılına göre üretici sayısı 8 kat, üretim miktarı ise 3,5 kat azalmıştır. Tarımdan kopan nüfus büyükşehirlerin sahipsiz ve güvencesiz ucuz işgücü kaynağı olmaktadır. Kendi tarım toprağından kopan çiftçi madenlerde ucuz ve güvencesiz işgücü kaynağı olarak görülmekte ve hayatı pahasına yaşam mücadelesine atılmaktadır. Karar vericiler, yetkililer tarımdan kopacak nüfusu özel sektör tekellerine ucuz işgücü olarak önermek yerine sosyal-hukuk devleti ilkelerince bunlara sahip çıkmalı ve bulunduğu yerde işlendirme ve geçindirme çabalarına öncelik vermelidir. Bu her şeyden önce insani ve vicdani bir sorumluluktur.
Lifler, hayatımızın vazgeçilmez en önemli ihtiyaç maddeleri arasındadır. Bu maddelerin geçmişten günümüze, günümüzden geleceğe, üretim ve tüketimlerindeki değişimlerin incelenmesi hepimizi yakından ilgilendirmektedir. Önümüzdeki 15 yıl içerisinde lif tüketimi artacak bu artış yapay liflere daha çok yansıyacaktır. 15 yıl sonrasında öngörülen, bugünkü doğal lif üretimi seviyesinin korunacağı yönündedir. Bundan hareketle ülkemiz bazında pamuk üretimi sorunları ile bazı lif bitkilerinin üretimlerini artıracak önlemler hızla uygulamaya konulmalıdır.
Sertifikalı yem bitkileri tohumluk üretimimiz son derece yetersizdir. Bu nedenle mevcut tescilli çeşitlerin tohumluk üretimi arttırılmalıdır. Birkaç familya ve türe sıkışmış olan yem bitkileri tarımımızın çeşitlendirilmesi birçok açıdan bu kültürün önünü açacaktır. Yeni türlerin kültüre alınması, özellikle tarımı yaygın olan türlerimizin yetişemediği sorunlu tarım alanlarının kaba yem üretiminde kullanılmasını sağlayacaktır. İklim koşulları, işletmenin hayvan varlığı ve altyapı olanakları gibi faktörlere bağlı olarak her işletme kendisine uygun yem bitkisi türlerini ve üretilecek kaliteli kaba yemler için uygun muhafaza yöntem veya yöntemlerini belirlemelidir. Ülkemizde son yıllarda artan talepler karşısında oluşturulan yeşil alanlarda önemli sorunlar yaşanmaktadır. Ülkemiz bitki örtüsünde birçok yeşil alan bitkisi doğal olarak bulunmasına rağmen, bu bitkilerin tohumları ithal edilmekte ve önemli döviz kaybı olmaktadır. Etkili yöntemler ile kurağa dayanıklı çim türlerinin saptanması, tüm çim türlerinde yerli gen kaynaklarının toplanması, değerlendirilmesi, yeni çeşitlerin ıslahı ve tohum üretim teknikleri konularında araştırmalar yoğunlaştırılmalıdır. Yem bitkilerinde verilen desteklerin ot verimine değil, dane verime yapılması, bu türlerde genetik çeşitliliğin korunması ve sürdürülmesi için gereklidir.
Dünya meyveciliğinde yaşanan gelişmelere bağlı olarak ülkemizin meyve üretiminde pazarlanabilir ürün miktarı yüksek, maliyeti düşürülmüş, arz-talep dengesi esas alınarak planlanmış, sertifikalı üretim modellerinin tüm türlerde yaygınlaştırılmış, iç tüketimin karşılanmış ve istikrarlı pazarlara yönelik ihracatın geliştirilmiş olması önem taşımaktadır.
Türkiye yaklaşık 28 milyon ton civarında olan sebze üretim değeri ile Dünya`da sebzecilikte söz sahibi olan ülkeler arasında ilk 4. sırada yer almaktadır. Türkiye`de sebzecilik tohumculuk, fidecilik, örtü altı yetiştiriciliği, sulama, gübreleme, tarımsal savaş, pazarlama sektörlerini de destekleyen bir sektördür. Sebzecilik sektörünün alt yapısı giderek iyileşmekte, dış satım olanaklarının artışına paralel olarak, üretimde modernleşme yoluna gidilmektedir. Bununla birlikte sebzeciliğin küçük ölçekli işletmelerde yapılması, ürünlerin dış pazardaki rekabet güçlüğü, üreticinin hala kooperatifler altında bir araya gelememesi, uygulamada gübre ve tarımsal ilaç kullanımının kontrol edilememesi, iç ve dış pazar isteklerine uygun ve gereksinmeyi karşılayacak çeşitlerle üretimin yetersizliği dış satımımızı engellemektedir. Sorunları aşmada AR-GE çalışmalarının ve sektörler arası işbirliğinin artması da sektörün çehresinin değişmesinde etkilidir.
Ülkemiz, 2007-2012 yılları arasındaki dönemde bağ alanlarında %4.6 oranında azalma buna karşılık üretimde %14.7 oranında gerçekleşen artış ile Dünya ülkeleri arasında alanları ile 5. üretimi ile 6.sırada yer almaktadır. Ülkemiz toplam yaş meyve üretimi içerisinde üzüm, yıllara göre %23-21 arasında değişen oranı ile ilk sıradaki yerini sürdürmektedir. Türkiye`de Bağcılık sektörünün önemi dikkate alındığında fidan üretiminden başlayarak, tesis, üretim ve ürünün pazarlanması ve işlenmesi konularının sürdürülebilir olması için planlı üretim alanlarında, ismine doğru, kaliteli ve güvenilir üretimin, çevre ile uyumlu ve izlenebilir mevzuat koşullarında gerçekleştirilmesi hedefine ilerlenmelidir.
Türkiye zeytin yetiştiriciliğinde dünyada önemli bir yerdedir. Bundan hareketle hedeflerini belirlerken nicelikten çok niteliğe önem vererek, katma değeri yüksek zeytinyağı ve sofralık zeytin üretimini esas almak zorundadır. Bunun için devletin destek ve teşvik sisteminin kalite odaklı olması gereklidir. Üretici yanında işletmecinin de devlet destekleri kapsamına alınması, kalitenin oluşması ve sürdürülebilmesi için gereklidir. Devlet, sadece üreticileri değil, işletmecileri destekleme sistemine dâhil etmelidir.
Ülkemiz süs bitkileri sektörü her geçen yıl büyüyen ve bu büyümeyle birlikte geleneksel yapısını yitirip endüstriyel görünüm kazanan ve ülke ekonomisine katkısı da artan dinamik bir sektör konumuna gelmiştir. Türkiye süs bitkileri sektöründe başta ekolojik özellikleri, pazar ülkelere yakınlığı ve zengin biyoçeşitliliği olmak üzere sahip olduğu diğer pek çok avantajı iyi değerlendirip kullanabilirse dünyada önemli bir süs bitkileri üreticisi ve ihracatçısı konumuna gelebilir.
Yaş Meyve Sebze ihracatında tarım ilacı kalıntıları nedeniyle gerek AB ülkelerinde ve gerekse Rusya Federasyonu`nda yaşanan zorluklar halen önceliğini / önemini korumaktadır. Gıda güvenliği ve tarım ilacı kalıntı riskinin yok edilmesi kapsamında önlemlerin alınması ve bunların etkin bir biçimde uygulamaya konulması dış ticaret ve gıda güvenliği açısından önemlidir.
Örtü altı tarımının, özellikle seracılığın, arazilerin ekonomik kullanımına olanak sağlaması nedeniyle ülkemiz genelinde artışının önümüzdeki yıllarda da hızla devam etmesi beklenmektedir. Ülkemiz, uygun iklimsel ve coğrafi koşullar, pazar ülkelere yakınlık, ucuz işgücü, sulama suyu miktarı ve kalitesi, alternatif yenilenebilir enerji kaynaklarının varlığı gibi nedenlerle seracılık açısından önemli avantajlara sahiptir. Ancak alan artışına paralel olarak üretimin de sürdürülebilir bir şekilde artması gerekir. İnsan ve çevre sağlığının ön plana çıktığı günümüzde örtü altı tarımında da yeni arayışların ve yeniliklerin "ekonomik" ve "çevre dostu" olması şartı vardır.
BKÜ`nin ruhsatlandırılmasından üretimine, reçetelendirilmesinden satışına, uygulamaya hazırlanmasından kullanılmasına kadar çeşitli aşamalarda yasal düzenlemeler bulunmaktadır. Bu yasal düzenlemelerden pratikte en önemli olanları yönetmeliklerle şekillendirilmiştir. BKÜ ile ilgili yönetmelikler, pratikte yaşanan sorunların giderilmesi amacıyla özellikle son yıllarda büyük değişikliğe uğramıştır. En önemli değişiklikler, BKÜ ruhsatlandırılması, üretimi, üretim yerleri, sınıflandırılması, ambalajlanması ve etiketlenmesi, reçete ile satışı, kayıtlarının tutulması, kontrolleri, uygulama esasları, uygulayıcı eğitimleri, toptan ve perakende satışıdır. BKÜ ile ilgili yönetmeliklerde son yıllarda sıkça yapılan değişiklikler bile tartışmaları bitirmemiştir. Bu tartışmaları azaltabilmek için hem eğitim kurumlarına, hem GTHB`na hem de meslek odalarına görevler düşmektedir. Bakanlık yasal düzenlemeleri hazırlarken, tüm tarafların önerilerini sadece yükümlülüklerini yerine getirmek için değil aynı zamanda haklı talepleri yerine getirebilecek şekilde dikkate almalıdır. Meslek odaları yetki tüzüklerini önce kendi aralarında samimi bir şekilde tartışıp gözden geçirmeli, hangi lisans mezununun hangi konularda yetkilendirilmesi gerektiği konusunda güncel koşullara uyum için gerekli adımları atmalıdırlar.
Ülkemizde pestisitler bir miktar bilinçsiz ve bir miktar da kontrolsüz kullanılmaktadır. O nedenle başta gıda güvenliğimiz olmak üzere, çevremiz ve bitkisel ürün ihracatımız bu durumdan olumsuz etkilenmektedir. Pestisitlere dayanıklılık açısından ülkemiz bazı sorunlarla karşı karşıyadır. Ülkemizde önemli zararlara yol açan bazı zararlı, hastalık ya da yabancı otlar en yoğun kullanılan bir bölüm pestisite dayanıklılık kazanmış, bu pestisitlerden etkilenmez duruma gelmeye başlamıştır. Bu sorunları çözmek için bir yandan üreticilerin daha bilinçli hale getirilmesi, diğer yandan da bitki koruma hizmetlerinin tek elde toplanarak biraz daha etkinleştirilmesi, bazı yönerge ve uygulamaların güncellenmesi ve bitki koruma alanında çalışacakların ziraat fakültelerinin bitki koruma ya da bitki sağlığı bölümlerini bitirmiş olanlarından seçilmesi gereklidir.
Pestisit uygulama teknolojilerindeki gelişmelerin temelinde, çevre ve insan sağlığı merkeze konularak sürüklenmeyi azaltan, uygulamanın biyolojik etkinliğini artıran yöntem ve teknolojiler üzerinde yoğunlaşılmaktadır. Ayrıca, makinaların alan iş başarıları artırılmış, insan kaynaklı hataların en aza indirebilmesi için makinalar üzerindeki sistemler otomatik hale getirilmiştir. Yeni teknolojiler ilk kullanıma çıktığında satın alma maliyetleri yüksek olabilmektedir. Ancak, bu teknolojilerin kullanımının artması ve süreklilik kazanması ile maliyetlerin kısa zamanda düşeceği unutulmamalıdır. Pestisit uygulamalarında çevre kirlenmesinin minimize edilerek beklenen yararların sağlanabilmesi için teknolojik olarak gelişmiş makinaların kullanımının yanı sıra ilaçlamadan önce, ilaçlama esnasında ve sonrasında uyulması gereken kurallar dizisinin de göz önüne alınması gerekir.
Tarımsal üretim faaliyetleri içerisinde bitkilerde hastalık zararlı ve yabancı ot kontrolü amacıyla zirai mücadele uygulamaları önemli bir yere sahiptir. Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de zirai mücadele uygulamaları içerisinde gerek etkinliği, gerek ekonomikliği ve gerekse kolaylığı sebebiyle tüm risklerine rağmen % 95`lere varan oranlarda kimyasal mücadele tercih edilmektedir. Ancak bunların getirdikleri maliyet, çevre ve insan sağlığı açısında oluşturdukları riskler nedeniyle üzerinde dikkat edilmesi gereken bir konudur.
Ülkemizde tarımsal üretimde kullanılan girdilerde mutlak ithalatçı konum devam etmektedir. Özellikle tohumluk ihracat miktarı artış göstermesine rağmen halen mutlak ithalatçı ülke özelliğini devam ettirmekteyiz.
Son yıllarda yurdumuzda arpa, hibrit mısır ve ayçiçeği ile patates tohumluk üretimimizde çok ciddi artışlar söz konusu iken pamuk, korunga, sudan otu, yemlik pancar ve fiğde tohumluk üretimi diğer yıllara oranla azalmıştır. Yemeklik tane baklagil tohumluk üretimimiz ise henüz çok yetersiz bir düzeydedir. Tohumculuk alanındaki iletişim ve yayım hizmetleri olması gerekenin çok altındadır. Bu durumun özel sektör, kamu ve üniversitelerin katkısı ile geliştirilmesi gerekmektedir. Ülkemiz yemeklik tane baklagiller, yem bitkileri ve çim-çayır otu türlerine ait tohumlukların üretilmesi bakımından henüz çok yetersiz bir düzeydedir. Bu gruplara giren türlere ait yeni çeşitlerin ıslahı ve üretimi için yoğun bir şekilde Ar-Ge çalışmalarının yapılması ve bu grup bitkilere ait sertifikalı tohumlukların üretiminin ve kullanımının özendirilmesi için destek sisteminin arttırılarak devam etmesi büyük önem taşımaktadır.
Bitkisel üretimde verimlilik ve kalitenin artırılmasında en etkin girdilerden birisi kimyasal gübreler ve dengeli gübrelemedir. Türkiye`de kimyasal gübre tüketim, üretim, ithalat ve ihracatı yıllara ve özelliklede döviz kuruna bağlı olarak çok önemli düzeylerde değişiklik göstermektedir. Potansiyel kimyasal gübre ihtiyacımıza göre hem tüketimimiz hem de üretimimiz çok yetersizdir. Ülkemizde kimyasal gübre üretimi için ana hammaddeler yeterince olmadığından yaklaşık %95`i ithal edilmektedir. Bu gerçekten hareketle yerli üretimi artırmaya yönelik çalışmalara ağırlık verilmelidir.
Türkiye`de traktör parkı hızla büyümekte, ortalama güç değeri artmış ve üst güç talebi 95 BG`den 110 BG düzeyine çıkmıştır. Ayrıca çift-çeker traktör modellerin toplam satışlardaki oranı %85`i aşmıştır. Yeni traktör satışlarındaki bu gelişmelere karşılık, parktaki ekonomik ömrünü fazlasıyla doldurmuş traktörlerin çokluğu ve bunlardan hurdaya çıkarılanların yok denecek kadar az olması nedeniyle parkın yaş ortalamasında ve diğer niteliksel özelliklerinde kayda değer bir gelişme olmamıştır. Tarımsal mekanizasyona yönelik desteklemelerde yeni üretim tekniklerine yönelik seçici bir yaklaşımın yerine geleneksel tekniklere ait makinaları da içine alan geniş kapsamlı yaklaşımın benimsenmesi nedeniyle makina parkında niceliksel gelişmenin ötesinde kayda değer bir niteliksel gelişme ortaya çıkmamıştır. Gelecek dönemde mekanizasyonun tarımsal üretime olumlu etkilerinin geliştirilebilmesi için, ülke koşulları ve konjonktürel zorlukların aşılarak çağdaş üretim tekniklerine geçilmesi gerekmektedir.
Son yıllarda; enerji kullanımı, sera gazı emisyonları ve bunların küresel iklim değişikliklerine olan potansiyel etkileri en çok tartışılan konulardan birisidir. Enerji kullanımı ile ilgili sorunlar, sadece küresel ısınma ile sınırlı değildir. Hava kirliliği, asit yağmurları ve ozon azalımı gibi çevresel konular enerji kullanımı ile yakından ilişkilidir. Enerji kullanımının yarattığı çevresel etkilerin en düşük düzeyde olabilmesi için, belirtilen konuların tamamının birlikte dikkate alınması gerekir. Enerji etkinliğinin artırılması, enerji kaynaklarının çevresel etki değerlendirmesi açısından önemlidir. Daha az enerji kullanmak ve çevreye en düşük düzeyde zarar vermek için, sistem etkinliğinin artırılması gerekir. Enerji kaynaklarının kıtlığı ve dikkatsiz kullanılması sonucunda oluşan istenilmeyen yan etkiler, enerji tüketimini doğru bir şekilde planlanma ve dikkatli bir şekilde değerlendirmeyi gerektirmektedir.
Dünyada doğalgaz ve elektrik talebinin en fazla arttığı ülkelerden biri olan Türkiye`nin hem ekonomik hem de sosyal gelişme hedeflerini gerçekleştirebilmesi için başta petrol ve doğalgaz olmak üzere enerji ithalatına bağımlılığı sürekli artmaktadır. Enerjide gitgide artan dışa bağımlılık, uzun vadede, özellikle gelecek nesiller için, ciddi enerji, çevre ve ekonomik krizlere gebe bir ülke haline dönüşme potansiyelini hızla artırmakta, sonucunda ekonomik krizler, enerji darboğazları ve çevresel yıkımların oluşmasına neden olabilecektir. Bu nedenle ülkemizin enerji stratejisi çerçevesinde yenilenebilir enerjinin payını arttırmak, karbondioksit emisyonlarını azaltarak çevrenin korunmasına yardımcı olmaları, yerli kaynaklar oldukları için enerjide dışa bağımlılığın azalmasına ve istihdamın artmasına katkıda bulunmaları ve kamuoyundan yaygın ve güçlü destek almaları açısından oldukça önemlidir.
Türkiye`de tarımsal sanayide yaşanan sorunların çözülmesi tarımsal üretim değerlerine ve üretici gelirine önemli katkılar sağlayabilecektir. Tarımsal sanayide yaşanan temel sorunlar; üretici ile sanayici arasındaki entegrasyon eksikliği, istenilen nitelikte ve yeterli miktarda hammadde temin edilememesi, organize olmuş üretici yapısının yaygın olmayışı, hammadde ürün miktarları, kaliteleri ve fiyatlarının yıldan yıla büyük değişiklikler göstermesi, ürün miktar ve fiyatlarının değişkenlik göstermesi, kalite ve ürün çeşitliğinin sağlanmasındaki zorluklar, taşıma sırasında ve perakende satış noktalarında muhafaza konusunun gerekli standartlara ulaşamaması ve gıda güvenliğidir.
Türkiye`nin gıda güvenliği alanındaki temel ve acil çözüm bekleyen başlıca sorunu gıda üretim pratiklerinin tüm bileşenleri ile kayıt ve denetim altına alınamamasıdır. Süt sektörü başta olmak üzere bazı gıda üretim alt sektörlerinde kayıt dışılık toplam üretimin %40-50`sine karşılık gelmektedir. Gıda güvenliği, ülkeler için stratejik önem taşıyan konular arasında gösterilmektedir. Dolayısıyla, bu alanda denetim yetkisi ve sorumluluğu kamuya ait olmalıdır ve bu yetkinin özel sektöre devri kabul edilebilir bir yaklaşım değildir. Bununla birlikte; denetim yetkisine sahip kurumların şeffaf ve tarafsızlığından şüphe edilmeyen bir konumda olması da arzu edilen bir durumdur. Nitekim AB üyesi ülkelerde gıda üretimi ve gıda güvenliğinin denetimi ve gözetimi kamu ve bağımsız gıda otoritelerinin sorumluluğuna bırakılmıştır. Ülkemizde bu konuda somut ve güvenilir adımlar atmak durumundadır.
Geleneksel ürünler açısından zengin, ancak üretim miktarları az ve belli yörelerle kısıtlı olması nedeniyle Türkiye`de, bu gıdaları koruma ve dünyaya tanıtmada, ürünlerin kayıt altına alınması ve güvenilir şekilde üretilmeleri önemlidir. Geleneksel gıdalarımıza ait envanterin çıkarılması, ürün özelliklerinin belirlenmesi, muhafaza ve işleme yöntemlerindeki yöresel farklılıkların ortaya konulması ve izlenilmesi ile bu gıdaların koruma altına alınmasında stratejik ve önemli noktalar olarak görülmektedir.
Türkiye`de üreticilerin sattıkları ürünlerden eline geçen fiyatlar ile girdilere ödedikleri fiyatlar arasındaki paritenin üreticiler aleyhine seyrettiği bir gerçektir. Yeterli gelir elde edemeyen üretici, işletmesini geliştirici yatırımları yapacak kaynağı bulamadığı gibi sahip olduğu toprak su gibi tarımsal doğal kaynaklarını aşırı sömürerek tarımsal üretimin sürdürülebilirliğini riskli hale getirmekte, tarımın geçimini sağlayabilecek bir ekonomik faaliyet olmaktan çıkmasına yol açmaktadır. Girdi piyasalarında kamunun düzenleyici rol oynayacak tarımsal kuruluşlarının olmaması, piyasanın özel kesimin egemenliğine terk edilmesi tarımsal girdilere yönelik destekleme politikalarını etkisiz kılmakta, kamuya piyasayı düzenlemede kullanabileceği araçlardan yoksun bırakmaktadır. Bu da küçük tarım işletmelerinin tarımda tutunmasını güçleştirmektedir. Küçük üreticilerin ekonomik çıkarlarını korumak için kooperatifleşmeden bir araç olarak yararlanılabilir. Kooperatifleşme özendirilmelidir.
Günümüzde, tarımsal risklerin yönetiminde, riskler-üreticilerin risk yönetimi stratejileri ile hükümet politikalarının birbiriyle tamamen ilişkili olduğu bütünsel yaklaşım benimsenmektedir. Türkiye`de üreticilerin uyguladıkları risk yönetim stratejilerinin geliştirilmesi açısından, üreticilerin risk azaltıcı yeni üretim teknikleri, tarım sigortaları, tedarik, pazarlama ve örgütlenme konularında yayım çalışmaları ile bilgilendirilmeleri ve devletin üreticiye her türlü desteğinin bu uygulamalarda aktif ve başarılı üreticileri ödüllendirecek bir yapıda verilmesi gibi ek önlemlerin alınması bu alanda olumlu katkı sağlayabilecektir.
Kırsal kalkınmanın en önemli araçlarından birisi olan tarımsal eğitim ve yayım hizmetleri son yıllarda diğer ülkelerde olduğu gibi Türkiye`de de değişime uğramaktadır. Esas olarak Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı tarafından sunulan bu hizmet, kıt kaynaklar nedeniyle yeterince etkin bir şekilde yerine getirilemediğinden dolayı zorunlu olarak özelleştirilme çabası içerisine girilmiş ve çoğulcu tarımsal yayım sistemi ile ilgili önemli gelişmeler yaşanmıştır. Bakanlıkla birlikte özel danışmanlık şirketleri, kooperatifler, üretici örgütleri, üniversiteler ve diğer STK`lar tarafından üreticilere yeni teknikler ve verim artışı konusunda hizmet sunulmaktadır. Ancak tarımsal yayım faaliyetlerinin bununla sınırlı kalmayıp toplum kalkınmasını baz alan çalışmalar yapması gereklilik göstermektedir.
Türkiye‘de ise tarımsal yayım faaliyetleri, özellikle 1940‘lardan beri Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı sorumluluğunda yürütülmektedir. Bugün de Türkiye‘de tarımsal yayım hizmetleri genel olarak bakanlığın sorumluluğundadır ve tarım sektörüne yönelik yayım çalışmalarındaki önemli rolü devam etmektedir. Bunun yanında 2006 yılında "Tarımsal Yayım ve Danışmanlık Hizmetlerinin Düzenlenmesine Dair Yönetmelik" çıktıktan sonra; özel sektöre ve üretici örgütlerine dayalı danışmanlık sistemi gelişmeye başlamıştır. Ancak özel yayım ve bu kapsamda üretici kuruluşlarına dayalı yayım ülke düzeyinde bakanlığa dayalı olan mevcut yayım sistemine alternatif olarak görülmemeli ve burada küçük çiftçi taleplerine de dikkat edilmelidir.
Kırsal kalkınma paradigmasındaki değişimler Türkiye`yi de yakından etkilemektedir. Kır-kent arasındaki farklılığın ve dengesizliğin artması, kırdan kente göçler, özellikle genç nüfusun bulunduğu yerde statüsü yüksek istihdam alanlarına kavuşamaması, çevre-doğa üzerindeki baskıların artması, eğitim ve sağlık hizmetleri sunumunun kırsal alanlarda aksaması veya bazen hiç ulaşamaması nedeniyle kırsal kalkınmada yeni arayışlar, paradigma değişimi zorunlu hale gelmiştir. Türkiye`nin de yeni kalkınma paradigmasına uyumda değişen taleplere uygun kalkınma bileşenlerini ve araçlarını geliştirmesi ve uygulaması önemlidir. Burada demokratik yönetişim, eşitsizliklerin azaltılması, çevrenin korunması, gıda güvencesi, yoksulluğun azaltılması ve küçük üreticiliğin korunması gibi unsurlara da dikkat çekmek zorunluluktur.
Büyükşehir Yasası ülkede kır-kent dengelerini, varlığını, kimliğini alt üst etmiştir. Yasa ile kırsal alan, tarımsal alan, doğal kaynaklar tehdit altına girmiştir. Bunu önlemek için Yasanın kaldırılması ya da sayılan unsurların yasal güvence altına alınması mutlak gerekliliktir.
Türkiye`de aktif nüfus içinde tarımın payı halen önemli bir orandadır. 2014 yılı verilerine göre tarımın istihdamdaki payı %22,4`tür. Tarım, kadınların halen en çok istihdam edildiği sektör olma özelliğini sürdürmektedir. İşsizlik ve istihdam ekonominin önemli sorunu olmaya devam etmektedir. İstihdam odaklı sürdürülebilir büyümenin sağlanması, iş ortamının İyileştirilmesi, işgücü piyasasının işleyişinin etkinleştirilmesi, işgücünün nitelik ve beceri düzeyinin yükseltilmesi ve aktif işgücü politikalarının geliştirilmesi yoluyla kırsal alanda tarım dışı sektörlerde yeni iş olanakları yaratılmalıdır. Özellikle kadınlar, çocuklar, yaşlılar, engelliler ve kente göç edenler başta olmak üzere, yoksulluk riskiyle karşı karşıya olanlara yönelik eğitim, kültür ve sağlık gibi hizmetlerin artırılması ihtiyacı devam etmektedir. Bu nedenlerle başta gençler ve kadınlarda olmak üzere işgücüne katılımın ve istihdamın artırılması, işsizliğin azaltılması, iş kazalarının ve kayıt dışı istihdamın önlenmesi, işgücü niteliğinin yükseltilmesi ve kırılgan istihdamın azaltılması hususları önemini gelecekte de koruyacaktır. Toplumun tüm kesimlerine ve insana yaraşır iş fırsatlarının sunulduğu, işgücünün niteliğinin yükseltilip etkin kullanıldığı, toplumsal cinsiyet eşitliği ile iş sağlığı ve güvenliği şartlarının iyileştirildiği bir işgücü piyasasının oluşturulması gerekmektedir.
Dünya genelinde iş kolları göz önüne alındığında tarım, inşaat ve madencilik sektörü ile birlikte en tehlikeli üç sektör arasında yer almaktadır. Tarım halen tehlike sıralamasında ön saflarda yer almakta olup kazalar ve yaralanma oranlarına bakıldığında gelişmekte olan ülkelerde sorunun çok daha büyük olduğu görülmektedir. Ülkemizde mevcut sorunlardan en önemlisi istatistiksel veri yoksunluğuna bağlı olarak tarımda iş güvenliği ve sağlığı sorunun gözden kaçırılması veya farkına varılamamasıdır. Bu alandaki istatistikler, sadece kaza geçiren veya sağlık problemi yaşayan sigortalı tarım çalışanları ve bir ölçüde karayolunda traktör veya tarım makineleri kullanırken kaza geçiren sürücüler için tutulmaktadır. Uygulamadaki en önemli eksikliklerden bir diğeri, tarımda çalışanlara yönelik özel bir iş kanunu ya da düzenlemenin olmayışıdır. Tarımda çalışanların iş güvenliği ve sağlığı açısından yeterli bir seviyeye gelememiş olmasının önündeki temel nedenler ortaya konularak, bunların ortadan kaldırılması için her türlü kademede eğitim ihtiyaçları belirlenmeli ve yapılandırma çalışmalarına hızla başlanmalıdır.
Geniş bir disiplinleri içeren tarım eğitimi yaşamın bütünü kapsamaktadır. Bu bağlamda nitelikli bir eğimin sağlanması ülkemiz tarımı ve toplumunun sağlığı için zorunludur. Tarımsal yükseköğretim çağın gereklerine cevap verebilecek ölçüde ve dünya gerçeklerine vakıf nitelikli uzman kişi yetiştirmek zorundadır. Türkiye`de Sağlıklı Bir Ziraat Yükseköğretiminin Yapılabilmesi İçin; Üniversiteleri özerk olmalı, Ziraat fakülteleri tüzel kişiliğe kavuşmalı, Tarımsal Yükseköğretim bir zanaat olarak yaparak öğrenme veya soruna yönelik öğrenme eksenine uygun olarak modellenmelidir.
Son olarak; TMMOB üzerindeki her türlü oyuna, tasarrufa, susturmaya karşıyız. TMMOB Türkiye için önemlidir, gereklidir, yokluğunun maliyeti yüksek olacaktır. ZMO olarak varlığımız kim olursa olsun önemlidir, yaşamsaldır. Meralarımız için önemidir, doğal kaynaklarımız için önemidir, kentlerimiz-kıyılarımız için önemlidir, yaşam alanlarımız için önemlidir, insanlık ve tüm canlılar için önemlidir. TMMOB ve bağlı odalar üzerinden herkes elini çeksin, ülkeye hizmet etsin.